9 Aralık 2014 Salı

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (K.S)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (K.S)

Hz. Mevlana 1207 yılında Belh şehrinde doğmuştur. Babası Sultan-ül-Ülema diye bilinen Bahaeddin Veled annesi Mümine Hatun 'dur. Bahaeddin Veled ailesi ile birlikte Belh 'den ayrıldıktan sonra Bağdat 'a buradan da Hac için Mekke 'ye gitmiş ve daha sonra Anadolu Selçuklularının en ihtişamlı dönemlerinde Anadolu 'ya geçmiştir. Malatya, Erzincan, Akşehir yoluyla Larende 'ye ( bugünkü Karaman ) geldi. 1225 yılında oğlu Hz.Mevlana 'yı Gevher Hatun 'la evlendirdi. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad 'ın daveti üzerine 1228 yılında Hz.Mevlana ile birlikte Konya 'ya geldi. Bahaeddin Veled 1231 yılında vefat etti. Hz.Mevlana ertesi yıl babasının müritlerinden olan Muhakkık-i Tirmizi 'ye 9 yıl süreyle müritlik etti. (1232-1241) Bazı kaynaklarda Hz.Mevlana 'nın öğrenimini ilerletmek için Şam 'a gittiği söylenir. Muhakkık-i Tirmizi 'nin ölümünden sonra Hz.Mevlana medreselerde bir süre ders vermiştir. Verdiği dersler Selçuklu Sultanı ve vezirleri tarafından da takip edilmiştir. 1244 'de Şems-i Tebrizi ile tanışmasıyla Hz.Mevlana 'nın hayatı değişmiş ve sahip olduğu ilmin yanında, O 'nu bir gönül adamı yapmıştır. Şems-i Tebrizi ile yaptığı sohbetler nedeniyle çevresindekileri ihmal eden Hz.Mevlana, müritlerinin ve halkın tepkisiyle karşılaştı. Şems-i Tebrizi bunun sonucunda 1246 yılında Şam 'a gitti. Ancak Hz.Mevlana 'nın ısrarlı davetleri üzerine 9 ay sonra Konya 'ya döndü. Şems-i Tebrizi devam eden tepkiler neticesinde 1247 yılında esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Kayboluşuyla ilgili olarak Şems-i Tebrizi 'nin öldürüldüğü ve ayrıca Hz.Mevlana 'nın üzülmesine dayanamadığı için gizlice Şam 'a gittiği yolunda görüşler vardır. Bu olaydan sonra Mevlana kendini tamamen şiire, semaya ve çevresindekileri manevi yönden olgunlaştırmaya verdi. Daha sonraları kendisine sohbet arkadaşı olarak sırasıyla Selahaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi'yi seçti. Hz.Mevlana 1273 yılında Konya 'da vefat etti.


Mevlana'nın Evrensel sevgi anlayışı:                     

Mevlana’nın insan sevgisi Kur’an’a ve peygamberimize dayanmaktadır. Peygamberimiz bir hadisinde “Allah güzeldir, güzelliği sever, kibir ise Hakkı kabul etmemek ve insanları hor görmektir” buyurmuştur. İşte Mevlana’nın sevgi ve hoşgörüsünde yatan temel prensip budur.

Mevlana’ya göre sevgi ve hoşgörü insanlık vasıflarındandır. Eşrefi mahlukat, emri Mevlana’da hayat bulur. Hayvanın bu kavramlardan haberi olmadığı gibi, bu duyguları yaşaması imkânsızdır. O bu konudaki düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:

Sen âşık olmadıysan, sevgi nedir, bilmiyorsan; Yürü git, ot otla; eşeksin sen(Mektuplar:95).

Aşk, büyükler için bal, çocuklar için süttür. Aşk her gemiyi batıran istiap fazlası son yüktür (Mesnevi VI: 4032).

Nur ve kemal, helal lokmadan doğar. İlim ve hikmet, aşk ve merhamet helal lokma ile olur (Mesnevi I:1707).

Mevlana’nın sevgi anlayışı Yunus’un sevgi anlayışı ile örtüşür. Yunus, Yaratılanı sev, Yaratandan ötürü diyor. Mevlana’da aynı inci çizgiyi topluma aktarıyor. Allah insanı yaratıp ona ruhundan üfürdüğü için insan da Allah’tan bir eser taşımaktadır ve dolayısıyla onun yeryüzünde temsilcisidir. O sebeple Mevlana’nın nazarında kim olursa olsun, ister dinli ister dinsiz, ister kadın ister erkek, ister zengin isterse fakir olsun hepsi saygı değerdir. Bütün insanları bir gözle görmek ve ona saygı göstermek gerekir. Ayrıca insanlardan şikâyet etmek de doğru değildir. Çünkü Mevlana’ya göre, “Yaratıktan şikâyet, Yaratandan şikâyettir”(Mektuplar:136).


Mevlana’ya göre insan sadece dışını değil ondan daha fazla içini temiz tutmalıdır. Ancak o zaman olgun bir insan olabilir. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol, hayat tarzı belki de günümüzde en çok aranan haslet haline gelmiştir. O bu konuda şunları söylemiştir: “Allah, sizin şekillerinize ve amellerinize bakmaz, kalbinize ve niyetlerinize bakar.”


Bugün toplumumuzda, insanlar arasında sevgi ve tolerans eksikliği bulunduğunu görüyoruz. Hemen bütün anlaşmazlıklar; sevgi, karşılıklı anlayış ile sona erdirilebilir. Yeter ki, birbirimizi gerçekten ve gönülden, karşılıksız olarak sevelim ve birbirimize hoşgörü ile yaklaşabilelim. 700–800 yıl önce toplumumuz Hz. Mevlana ile nasıl kimlik bulmuşsa, günümüzde de toplumumuzun onun hoşgörüsüne, sevgisine ihtiyacı var.






Mevlânâ ve Müzik-Semâ

İnsanlar varoluşundan itibaren elem ve neşede kendilerini ifade etmek için müzik ve raksı seçmişlerdir. Çünkü müzikte bölünmüşlük, ayrılmışlık, parçalanmışlık, kendini kaybetmişlik, bencillik ve yoksulluk yok, aksine kendini yitirmeksizin zenginleşme ve etrafına kendinden değerler katma, paylaşarak çoğalan bir sevgi, barış ve evrensellik vardır.

Mevlânâ öğretisinde en önemli üç öge şiir, müzik ve semâ'dır. Semâ, Şems ile karşılaşan Mevlânâ'nın yaşadığı tasavvufî yoğunluk sonrasında ortaya çıkmış ve evrenin genel hareketi ve ritmini temsil eden armonize bir dönüştür (Kayaoğlu, 1997). Evrenin dönüşündeki âhengi yakalayan Mevlânâ'ya göre semâ, bedene fiziksel güç ve kondisyon sağlayan, ruhsal gerilimi izole eden ve mutlak güzele ulaştıran estetik bir ifade tarzıdır (Çam, 1989). Araz (1987)'a göre varlık birliğini simgeleyen semâ, Pythagoras'cıların "Bir, yerkürenin merkezidir ve uzaydaki tüm varlıklar birbirlerine çarpmadan, uyum hâlinde bu merkezden kaynaklanan dönme hareketiyle birlikte hareket ederler." ifadesiyle örtüşmektedir. Netice itibarıyla semâdaki dönüş somut ve soyut her iki dünyanın dengeli bir biçimde yaşanması esasına dayanmaktadır.

Geçmişte doğuda Nef'î, Nâbî, İkbâl, Şeyh Gâlip ve Yahya Kemal'e ilham kaynağı olan Mevlânâ'nın eserleri batıda Goethe, Victor Hugo, Ruckert gibi farklı sanat dallarındaki bir çok dehaya ilham kaynağı olmuştur. Itrî ve Dede Efendiler başta olmak üzere pek çok müzisyen onun engin dehâsından esinlenmiştir. 1922 yılında ünlü Polonyalı besteci Karol Szymanowsky de Mevlânâ'nın bir gazeli üzerine ünlü III. Senfonisini (Mevlânâ Senfonisi) bestelemiştir (Sergen, 1991). Bugün müzikoterapi alanında, müzikle tedavide etnik müziğin etkileri konulu çeşitli araştırmalar da yapılmaktadır (Yaman, 2000).








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder